18 Haziran 2009 Perşembe

Serdar Arseven'in çapı ve Muhterem Hocaefendi







Hocaefendi gibi mümtaz bir şahsiyet ile alakalı yorumlar yapılacak iken bir günlük yazı yetiştirme mantığıyla veyahut temelinde hangi hinliği taşıyan bir yazar profili, en zor zamanda Cumhuriyet yazarlarına karşı, her gün boy boy galizler savurduğu -Doğan- mantığın ekranlarında yenilgiyi bile bile, onun da ötesinde temsil ettiği şeyin dava değil hala şahsiyet olduğunu anlayamacak kadar çapı olan Serdar Arseven'in gözbağcılığı ile Hocaefendi'yi önce ''cici'' gösterip, modern müslüman dünyanın kolay kolay geçmeyecek hastalığı olan, özeleştiriden yoksun, çocuksu ve skor tavırları takınan ''işte bizim dediğimize geliyor'' mantığı ile çapı nisbetinde yorumlamaya kalması sahiden ilginç... İşte yazının kendisi ve ardından kritiği...




Gülen Hocaefendi’den müthiş misaller!..

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, milleti hedef alan “sütü temiz” plana ilişkin değerlendirmelerini tâkip edebildiniz mi?..Son derece keskin, net, tavizsiz!..Çirkinliğe “hoşgörü” yok, Millet karşıtları ile “diyalog” arayışı yok!..“Dik duruş” var!..VAKİT’in yıllardır istikrarlı bir şekilde sürdürdüğü “net” çizgiye yaklaşan bir Hocaefendi tavrı!..¥“Plan”a yönelik tepkilerin en “keskin”i, en “sert”i, en “net”i, belli çevreleri en “rahatsız edici”si Gülen Hocaefendi’den geliyor...Hocaefendi’nin konuşmasının belli noktalarında “müthiş” misaller ve “tavsiyeler” dikkat çekiyor...Mesela...Şu bölümde:“KÜFÜR İMAN MÜCADELESİ!..”“Bazı kesimler tarafından, ‘bitirme’ mülahazasına matuf olarak açık ya da kapalı belki otuz tane plan yapıldı. Gerçek yolunu bulmuş bir insan için bu türlü entrikalar tereddüde sevkedici, vazgeçirici olamaz. (..) Bu türlü şeyler hep olmuştur ve hep olacaktır. (..) Yol doğru ise, inananlar iyi bir yolda yürüyorlarsa ve yolun her menzilinde durup meseleleri test ediyorlarsa (..) Doğru bildikleri yolda yürümeliler. Hazret-i Nuh'tan Hazret-i Salih'e, Hazreti Musa'dan Hazreti İsa'ya kadar hemen hemen bütün Allah elçileri ve Hak dostları akla hayale gelmedik eziyetlere maruz kalmışlardır. Zekeriya Aleyhisselam testereyle biçilmiştir. Onları çekemeyen, dine düşman olan insanlar tarafından akla hayale gelmeyen eziyetlere maruz bırakılmışlardır. Küfür iman mücadelesi Hazret-i Adem’le başlamış, devam ediyor!..”¥Evet, bu kadar net!..Ve bir de şu bölümlerdeki kadar net:AHİRETİNİ BERBÂD EDENLER!..“Abdullah bin Zübeyr bin Avvam, Haccac tarafından şehit edilince, Esma validemiz Haccac'ın yakasından yapışarak ‘Sen onun dünyasını mahvettin; fakat, o da senin âhiretini mahvetti.’ der. İşte, ben mü'minlere zulmetmek suretiyle ahiretini berbat edenlere üzülürüm.”ESMA VALİDEMİZ VE HACCAC!“Yolun neresinde bizi ölüm çukuruna atarlarsa atsınlar kazanmış sayılırız. (..) Allah'a bir can borcum var; falan ya da filan menzilde dünyadan ukbâya atılmama asla üzülmem; bayılırım buna!.. Bir yerde bir kör kurşunla yok edilmek bana ebedî hayatımı kazandırır!.. Ama bir şeye üzülürüm ben; inanan bir insana böylesine kötülük yapan insanlar ahiretlerini mahvetmiş olurlar. Esma Validemiz, Haccac’ın karşısına çıkar ve şöyle der: ‘Sen benim oğlumun dünyasını mahvettin, o senin ahiretini mahvetti. İşte ben ona üzülürüm!..” ¥Evet; Hocaefendi, konuşmasının bazı yerlerine “tedbir” paylarını yerleştirmekle birlikte, “esas bölümlerde” son derece net ve keskin mesajlar veriyor...“HOŞGÖRÜ MUHASEBESİ!..”Hocaefendi, “bu noktadan” sonra; muarızların cür’et, cesaret ve küstahlıklarını teşvik eden “hoşgörü”yü değil de “cesaret”i öne çıkartacak gibi...“Camia”nın son zamanlardaki çizgisi böyle...Ben bu tavrın ilk belirtilerine, “Kırık Testi” adlı eserinde şahit olmuştum...Hocaefendi orada, “Hoşgörü” kavramının tehlikesine açıkça dikkat çekiyordu...Mesela...Oradan şöyle bir bölüm:“Rüyamda, Bursa Ulu Cami'de hutbe okuyacakmışım (..) Caminin etrafındaki iskeleleri görüyorum, duvarları tamir ediyorlar. Konuşmalarından öyle anlıyorum ki; 'Bunu konuşturursak kalabalık cemaat gelir, yapacağımız bu işi daha rahat yaparız' diyorlar. Orada 'figüre edilip kullanılmaya çalışıldığımı' anlıyorum. Hutbeyi okumadan Cuma namazını kılmak için başka bir yere gidiyorum. Uyanınca da şöyle bir tabir aklıma geliyor: 'Bazı insanlar bir yerlerde bir kısım oluşumlar için bizi kullanmak istiyor. Beni de orada figüran olarak kullanmayı arzu ediyorlar.' Herhalde, onlara alet olmamamız işaret ediliyor. Evet, tehlikeli hususlardan biri de, iyi zannettiğimiz bazı şeylere farkına varmadan alet olmaktır. Veya başkalarının bazı tavırlarımızı kendi çıkarlarına göre değerlendirip bizi alet etmesidir. Mesela, biz sürekli 'hoşgörü' deriz ve ona göre davranırız. Çünkü onun faziletine inanmışızdır. Ama başkaları bizim bu iyi niyetimizi bir yerde değerlendirir, aleyhimize kullanırlar. Bazen de biz çizgiyi tutturamaz, haddi aşar ve görüşüp tanıştığımız insanlar hatırına dinin hiç hoş görmediği şeyleri bile normal kabul etmeye başlarız”¥“Kırık Testi”deki bu ifadeler bende “Hoşgörünün vadesi doluyor!..” düşüncesini uyandırmıştı...Hocaefendi’nin “plan”a karşı tepkisi de...VAKİT’in yıllardır istikrarlı bir şekilde sürdürdüğü “net” çizgiye yaklaşan bir Hocaefendi tavrı olarak göründü bana...O kadar değil de elbet...Bu tarafa doğru geliyor gibi Hocaefendi... Yavaş yavaş
.


Subhanallah, kavgacı bir mantığı özünde barındarmayan, Hak karşısında dost bildiklerinin sustuğu günlerde, tek başına ağzını açabilen, bir Evren Öğretmeni profilin gördük tanıdık. Vakit gazetesinde daha kaç Serdar Arseven'ler Kanal D'nin oyununa düşüp müslümanları ezik pozisyona sokacak, kimbilir kaç Hüseyin Üzmez'ler tacizci olarak müslümanların yüzünü yere getirecek, ve kimbilir daha niceleri hangi sebeplerle bilerek yada bilmeyerek ''cemaat'' bereketini unutarak, fevri çıkışlarla din anlattığını sanacak, önce kendisini ve farkında olmadan davasına ihanet etmiş olacak....
Senin gibi uç olacağıma, Hocam gibi itidal insanı olan ''bir korkak'' olmaya razıyım...Muhterem Bülent Arınç'ın Fazilet Partisi kongresinde dediği gibi ''Aklınızı başınıza alın''

14 Haziran 2009 Pazar

Adanmış Gönülden Dökünler...



*Bu hizmetin içinde bulunanlar, bu hizmete göre hizmet vermek isteyenler, her birisi dünyayı idare edebilecek birer diplomat gibi hareket etmeli.
*Süvari attan anladığı gibi, küheylan da yiğitten anlar.
*Gönülden “âh!” edenin her ‘âh'ına icabet edilmiştir. O'na doğru içten yükselen hiçbir ses cevapsız kalmamıştır. Elverir ki, biz sesimizi gönlümüzün sesi haline getirelim.
*Mübarek bir gayeden ve onun yolundaki mukaddes hafakandan mahrum bir neslin önce içten içe yanarak karbonlaşması, sonra da bir alev topuna dönüşerek, etrafındaki her şeyi yakıp kül etmesi kaçınılmazdır.
*İmanın, insanın sinesine tastamam yerleşmesi ancak amelle mümkün olur. Salih amelle beslenmeyen imanın solması hatta sönmesi her zaman muhtemeldir.
*Doğrular yalanlarla temsil edilemez. Onun için ne kadar yüce hakikatleri temsil ettiğimizin ve davranışlarımızın da ne ölçüde müstakim olduğunun farkında olmalıyız.
*Gıybet ve dedi-kodu kadar bir toplumu fesada sürükleyen ikinci bir virüs gösterilemez.
Allah (azze ve celle) eşhâsa (şahıslar) değil de evsâfa (vasıflar) bakar.
*Bir kimse din adına bilmesi gerekenleri öğrenmeden cahillikten kurtulmuş sayılmaz.
*“İğneyle bir dağı yerinden sökmek, bir kalbden kibri çıkarmaktan daha kolaydır” sözü hakikatin tam ortasından altın gibi bir sözdür.
*İnanmış bir gönülde stres olmaz; olsa olsa hafakan olur. Siz ona, “mukaddes hafakan” da diyebilirsiniz.
*Etrafımızdaki en az melek sayısı kadar şeytan var. Bir boşluğumuzu görüp bizi tepe taklak getirmek için fırsat kolluyorlar.
*Vücudumuzun bir yerinde ağrı, sızı olunca, ‘of, puf' diyeceğimize, ‘elhamdülillah' demeliyiz. Nasıl olsa ikisinde de ses çıkıyor. Fakat, birincisinde Rabb'in rubûbiyetine itirazın vebali, ikincisinde ise O'ndan gelene razı olmanın ecri var.
*Dünyaya zalimane hükmedenler, bulundukları mevki ve makamları, hep inananların gafletinden istifade ile elde etmişlerdir. Dinin ve gelecek nesillerin hatırına, hiç olmasa bundan sonra bu gafletten sıyrılmamız gerekmez mi!?
*İşkolik olmak başka, işinin aşığı olmak başkadır.
*Gönlünü Cenâb-ı Hakk'a vermiş mü'minler duaya doyma bilmezler.
*Bilgi bazen saygıyı götürüyor. Halbuki bilmeye gerçek kıymetini kazandıran insanın içindeki saygı hislerini artırıyor olmasıdır.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

İncil ve Çelişkiler




İncillerde bu anlatılan ve ortaya konulan noktaların dışında da bir takım çelişkiler ve farklılıklar daha mevcuttur. Bunlardan bir kaçını zikrederek konuyu bitirmeye çalışacağız:
1- Hz. İsa, gölün karşı yakasında Gadaralıların veya Gerasalıların ülkesine varınca, Matta'ya göre cinlere tutsak olmuş iki deli ile karşılaşmıştır. Markos ve Luka'ya göre cinlere tutsak olmuş sadece bir deli ile karşılaşmıştır.
2- Hz. İsa Eriha'dan ayrılırken, Matta'ya göre yolun kenarında oturan iki kör adam kendisinden yardım istemiştir. Markos ve Luka'ya göre ise yolun kenarında oturan sadece bir kör adam kendisinden yardım istemiştir .
3- Yahudilerin Hz. İsa'dan delil göstermesini istemelerine karşılık, Markos İncilinde onlara asla delil gösterilmeyeceği haber verildiği halde, Matta'da onlara Yunus peygamberin delilinin gösterileceği ifade edilmektedir.
4- Hz. İsa'nın kabre konulduktan bir süre sonra kabirden çıkışma Yuhanna İnciline göre, Havariler çok şaşırmışlardır. Bu İncilin naklettiğine göre Havariler böyle bir olayı asla beklemiyor ve ummuyorlardı. Halbuki Sinoptik İncillere göre Havariler, Hz. İsa'nın kabre konulduktan üç gün sonra dirilip kabirden çıkacağını biliyorlardı. Çünkü Hz, İsa çarmıha gerilmeden önce defalarca bunu onlara söylemişti.
5- Sinoptik İncillere göre Petrus ve arkadaşları, Hz. İsa'nın davetinin ilk günlerinde onun mucizesi ile ağlarını balıkla doldurmuşlar ve denizdeki fırtınadan kurtulmuşlardır. Yu-hanna'ya göre bu hadise, Hz. İsa'nın davetinin ilk günlerinde değil, yeniden dirilip kabirden çıktıktan sonra olmuştur.
6- Hz. İsa, Kefernahum'da vermiş olduğu meşhur dağ vaazından sonra Matta'ya göre önce bir cüzzamlıyı, sonra yüzbaşının hizmetçisini iyi etmiştir. Lukaya göre ise ilk önce Petrus'un kaynanasını, sonra diğer hastaları tedavi etmiştir. Luka, yüzbaşının hizmetçisinin tedavisinden bahsetmez.
7- Hz. İsa'nın, öldükten sonra dirilttiği havra reisinin kızı konusunda Matta İncili, reisin, kızını diriltmesi için kızı öldükten sonra Hz.İsa'yı çağırdığını haber verirken; Markos İncili, havra reisinin, kızı henüz ölmeden, tam ölmek üzere iken Hz. İsa'yı çağırdım haber vermektedir.
8- Hz. Yahya'nın yediği şeyler konusunda Matta İncili, "Yahya yemiyerek, içmeyerek geldi" derken, Markos İncili, "Yahya deve tüyü giymişti, belinde kuşağı vardı, çekirge ve yaban balı yerdi" demektedir.
9- Luka İnciline göre, şarap, içip sarhoş olmak, "çünkü rabbin gözünde büyük olacak, şarap ve içki içmeyecek" denilerek yasaklandığı, sarhoşluk veren herşeyin içilmesinin ve kumarın haram olduğu bildirildiği halde, Yuhanna İncilinde Hz. İsa Kana düğününde misafirler için mucize göstermek sureti ile suyu şaraba çevirmiş, ve insanların bol bol şarap içmesini sağlamıştır.
10- Hz. İsa'nın üzerine güzel koku saçan kadın ile ilgili olarak:
a) Markos'a göre kadın, kokuyu hamursuz bayramından iki gün önce dökmüştür. Yuhanna'ya göre ise kadın kokuyu hamursuz bayramından altı gün önce dökmüştür.
b) Matta ve Markos'a göre koku dökme olayı Simun'un evinde olmuştur. Yuhanna'ya göre ise Mecdelli Meryem'in evinde olmuştur.
c) Matta ve Markos'a göre kadın, kokuyu Hz.İsa'nın başına dökmüştür. Yuhanna'ya göre ise kadın kokuyu Hz. İsa'nın ayaklarına dökmüştür.
d) Matta'ya göre, kadının bu güzel kokuyu Hz. İsa'nın üzerine dökmesine öğrencileri karşı çıkmışlardır. Markos ye Yuhanna'ya göre ise sadece daha sonra ihanet edecek olan Ye-huda İşkaryot karşı çıkmıştır.
Dört İncil dikkatle incelendiği zaman şimdiye kadar sayılan çelişki ve farklılıkların yaısıra onlarda daha başka birçok farklılık ve çelişkilere rastlamak mümkündür. Bu kadar çelişki ve farklılığın bulunduğu, tutarsızlıklarla dolu bu dört İncil, nasıl oluyor da ruhu'l-kudüs kendilerine tecelli etmiş ve ilhama mazhar olmuş kimseler tarafından hatasız, eksiksiz ve birbirini tamamlar mahiyette yazılmış kitaplar olarak kabul edilebiliyorlar? Bu çelişkiler, farklılıklar ve tutarsızlıklar yoksa hata kabul edilmiyorlar mı? Bunlardan bir tanesi dahi, içinde yer aldığı kitabın güvenilirliğini zedelemeye yeterken, incillerde bu tür yüzlerce eksik ve hatanın bulunması, İncillerin senet ve metin yönünden sahih, kutsal kitaplar olarak değerlendirilmesinin imkânsızlığını ortaya koymaz mı?
Tek tek tesbit edilen bu çelişki ve tutarsızlıklar ciddî ve titiz bir çalışma sonunda ortaya konulmuş gerçeklerdir. Bunun için sabırlı ve yorucu bir çalışma yapmak gerekmiştir. Dört İncilde yer alan hususları bütün İncillerin sayfalarını açıp her konuyu teker teker karşılaştırmadan, onlardaki bu farklılıkları ve tutarsızlıkları anlamak mümkün değildir. Ancak bu şekilde karşılaştırmalı olarak yapılacak olan bir çalışma sonunda gerçekler birer birer ortaya çıkmaktadır.
Biz bu çalışmamızı, dört İncilin Türkçe, Arapça ve İngiliz-ceye yapılan tercümelerini birbirleri ile karşılaştırmak sureti ile yaptık. Eğer çalışmaya ilk orjinal Yunanca İncil kopyaların dan başlanarak, bunlarla, daha sonraları yazılmış olan el yazması kopyalan karşılaştırmak sureti ile, İncillerin yazma nüshaları arasındaki farklılıklar tesbit etmeye çalışılsa bu hacimde bir kitap değil, birkaç ciltlik bir eser ortaya çıkar. Ancak bunun yapılabilmesi için ilk şart, klasik Yunancayı iyice öğrenmektir. Yunancayı bilmeden (hatta daha iyi bir karşılaştırma yapabilmek için Yunancaya ilâve olarak Latince ve İbranice de bilmek gerekir) İncil yazmaları üzerinde derin bir araştırma yapmak imkânsızdır. Biz bu konuda yeni yetişen genç araştırmacıların bu boşluğu doldurarak gerekli çalışmaları yapacaklarına inanıyoruz.

13 Şubat 2009 Cuma

Mukarrabin (Müslüman Büyükleri) lüks yaşayamaz mı?







İsmailağa camiası , Bayram Ali Öztürk Hocanın menfur bir şekilde öldürülmesi sonrası Türkiye gündemini ciddi meşgul etmeye başladı. Türkiye’de ikinci bir 28 Şubat süreci başlatma düşüncesinde olanların bu konuda İsmailağa camiasını tercih etmeleri doğru bir karardı, çünkü çarşaf ve sarık gibi irtica(!) haberlerinin vazgeçilmez unsurları en çok bu camiada görülmekteydi. Madem irtica hortlatılmalıydı , o halde bu konuda en iyi malzeme(!) alınacak bir camia tercih edilmeliydi.
Daha önce Menzil camiasının muhterem büyüğü Muhanmmed Raşid Hazretlerine bir Ramazan Bayramı mübarekleşmesinde zehirli şırınga ile yapılan suikast girişimi ve yine İsmailağa camiasından Hızır Ali Muratoğlu Hocanın silahlı saldırı sonucu öldürülmesi olayları ile benzerlik arz eden bu son suikast girişiminde amaçlanan postmodern bir darbe zemini oluşturma gayreti, hedefine ulaşamamıştır.
Gerek geçmişten dindar kesimin kazandığı müsbet tecrübeler , gerek Türkiye’nin ekonomik olarak ilk 28 Şubat sürecinden çok daha güçlü bir performansa sahib olması , gerek AB sürecinde katedilen mesafe ile asker-sivil ilişkilerinin gelişmiş ülkeler seviyesine yükselme trendi göstermesi hedefin askıda kalmasına sebeb olan başlıca nedenler olarak gözükmektedir.
A planındaki hedef’e ulaşamayan malum çevreler , hemen B planını devreye sokarak , yine İsmailağa camiasından Cübbeli Ahmet Hoca üzerinden hem İslami camianın hemde diğer İslam büyüklerini yıpratma ve sevenlerinin gözünden düşürme hamlesine dönüşüverdi. Madem irtica furyası başlatılmış ancak istenen sonuca gidilememişti , o halde irtica ile bağdaştırılabilinecek malzemeler medya’da konuşulmaya devam etmeliydi. Nitekim çok geçmeden , söylediği ile yaptığı çoğu zaman birbirine uymayan , dün acımasızca eleştirdiği kişiler ile yarın hiçbir şey yokmuş gibi onlara yaranmaya çalışan ve emrinde çalışmayı içine sindiren Sabah gazetesinden Fatih Altaylı “Türkiye’de irtica yok , ama Gülen var” şeklinde bir yazıyı kaleme alacak , Cübbeli Ahmet Hoca üzerinden daha çok prim yapacağı belli olan Hocaefendi nazara verilmiş olunacaktır.
Burda sorulması gereken can alıcı husus şudur : Acaba popüleritem üzerinden her ne kadar helal ve masumda olsa , ileride aleyhimde kullanılacak ve Müslümanlara zarar verecek bir yaşantım varmı ? Kanunen uygun olsa da, başkalarına koz verecek bir icraatım var mı ?
“Hasenat-ı Ebrar , Seyyiatı mükarrebin” düsturu burada bize bir ölçü getirmektedir. Mukarrabin (Allah’a yakın olan kullar) , Ebrar (iyi, özü sözü doğru) olanların sevab kazandığı veya amel defterlerine günah işlenmediği amelleri işlerlerse günah kazanabilir , Allah’ın gadabını üzerine celbedebilirler. Mukarrabin olan veya halkın nazarında mukarrabin gözükenler , Müttaki olan veya halkın nazarında muttaki gözükenler , kendilerini ebrar olarak telakki ederek adım atarlarsa yaptıklarının tersiyle tokat yiyebilirler.
Bugün benim gibi sıradan bir Müslüman yurtdışında 5 yıldızlı bir Otelde başkasının daveti üzerine giderek tatil yapabilir, eşine 5000 Dolarlık saat alabilir , yüzme havuzlu bir malikanede yaşayabilir , jet-ski’ye binebilir ama sizin gibi mukarrabin olan veya en azında öyle olduğu zannedilen bir kişi bunu yaparsa , “örnek olan” makamındaki mukarrabin , “örnek alan “ ebrar makamına düşerse , sadece kendisine zarar vermekle kalmaz , kendisi üzerinden diğer Müslümanlarda zarar verilmesine sebeb verebilir.
Hayatında bu kadar hassas yaşayan Mukarrabin’lerin başında Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini zikredebiliriz. Bırakın helal veya mübah olan amelleri terketmeyi, şahsında İslam’a zarar gelebilir veya Farzı ayn hükmünde olan İslam’i Hizmetine engel teşkil edebilir endişe ve mülahazası ile , sünnet hükmünde olan evlenmek ve sakal bırakmayı terk etmiş , ancak talebelerine bu konuda engel olmamıştır. Asr-ı Sadetten sonra , İslam’ın bu denli unutulduğu ve acımasızca eleştirildiği , dinsizliğin bu kadar yaygınlaştığı bir dönem yaşamayan Alem-i İslama Hizmet noktasında , bir mukarrabine yakışacak tavır sergilemiştir.
Netice olarak diyebiliriz ki; İslam’i Hizmetlerde önde olan veya önde gözükenler , konumlarına yakışır hal ve davranışları sergilemedikleri müddetçe , şahıslarında İslama ve müslümanlara verdikleri zararların vebalini , kırdıkları potların ve kaçırdıkları insanların hesabını nasıl vereceklerini düşünmeli , bu hususta olabildiğince hassas olmalıdırlar. Elverir ki , maksatlarının aksiyle manevi bir tokat yemiş olmasınlar.
www.gencadam.net iktibaslar'dan alıntı yapılmıştır. Dr. Emin Şimşek'in makalesinden alıntılanma yapılmıştır. Allah değerli abimizden razı olsun.

6 Şubat 2009 Cuma

Küçük Zevkim: Fotoğraf Tutkusu

Gözlem gücü yüksek kişilerin genelde dönüp dolaşıp kendini bulduğu fotoğraf tutkusu; esasında için dışa yansımasından farklı olarak düşünülmelidir. Fotoğrafta kişisel çabalarımla bazı esaslar belirledim. Buna isteyen istediği eleştiriyi getirmekte serbesttir. Yapılacak olumlu katkılar/ olumsuz görülen durumlar değerlendirilecektir. (Teknik ayrıntılar için www.alinweb.com/fotografcilik adresine bakabilirler.)

* Fotoğraf karesinde herkesin gördüğünden, görmek istediğinden ziyade farklı olarak verilmek istenen mesajın yakalanmasıdır.
* Enstantane, profil, manzara vs farklı kalıplarda anlatılan fotoğrafçılığın yanısıra kendi teorim olan ''kreatif anı yakalama üzerine çalışmalar'' üzerine de çalışmalar getirilebilir. Burada kural kuralsızlık değil, kendi kuralını kendinin oluşturabilme özgürlüğüdür. Madem fotoğraf özgürlüktür, hem zahmetlidir, her kareye özel kendi kurallarımla oluşturmak üzerine kendi halinde bir teoridir benimkisi...
* Özellikle manzara fotoğrafçılığında yorum estetik üzerine bina edilmelidir.
* Yorum, insanların naturel hallerinin çekildiği fotoğraflarda ışık-gölge, uzalklık yakınlık gibi etmenler kullanılarak verildiğinde ''o an'' yakalanmış olacaktır. Fotoğrafı izleyen kişi onu kendi özünde harmanlayıp onu kendi malı haline daha rahat getirmiş olması daha hoş olmaz mı :)
* Yaratılış olgusuna kabul veren herkes her anın bir fotoğraf olduğunu daha kolay kabullenir. Size manasız gelen, boşuna çekildiğini düşündüğünüz her an aslında çok değerlidir. Çünkü ''o an'' bir kere yaşanmıştır ve mesaj kaygısı olmasa bile ''o an''ı siz ''anı''ya çevirmişsinizdir. Hiç bir fotoğraf değersiz değildir.
Yakında kendi çektiğim resimleri kendi değerlendirmelerim ile sizlerin göz zevkine açacağım. Zaman ayırıp zevkimi okuduğunuz için teşekkür ederim, bir nebze sevdirdiysem ne mutlu bana...
("Yılın foto ropörtajı" ödülünü Zaman Gazetesi'nden Kürşat Bayhan'ın Lübnan'da çektiği "Ağlayan Şehir Beyrut" adlı seri fotoğrafları aldı. Bayhan bu fotoğraflarla "Yılın basın fotoğrafı ödülünün de sahibi oldu.)

Ergenekon Üzerine Tahliller


Öncesi...


İttihat ve Terakki Partisi'nin 2.Abdülhamit Han'ı 31 Mart Vakıa'sı ile tahtan inidirmesile başlayan ''derin örgütlenme'' ihtiyacının menşei, patenti, kaynağı adına her ne derseniz deyin yabancı kaynaklı istihabarat örgütleridir. Enver, Cemal ve Talat paşaların giriştiği bu macera, her darbe heveslisinin göremediği ''ordu yönetmek ile devlet yönetme hünerinin'' düşüncesizce aynı kefeye koyulma sevdasından, hülyasından başka bir şey değildi. Objektif bakış açısı ile bakıldığında bunu Hitler Almanya'sı, Mussolini İtalya'sı kısmen başarmış görülmekle birlikte yansımalarını darbecilik tarihi adına pek başarı yakalamamıştır, şeklinde algılayabiliriz. Beşeri unsurların bu devrede ne kadar aciz kaldığına tarihin tanıklığdır kimbilir bunlar....(resim: Enver Paşa)*haşiye


"Ey şanlı avcı, damını bîhûde kurmadın, Attın, fakat yazık ki, .... Bunlardan, Filozof Rıza Tevfik, Sultan Abdülhamid'in (1) Ruhaniyetinden şüphe etmişti. Fakat Tarih aynı figüre öyle bir vazife yüklemişti ki adeta ön ayak olduğu (güya) Meşrutiyet hareketini iktidarından sonra şiiri ile yeren, Abdülhamid'e tam tersi övgü dizerek bize bir ibretlik bıraktı. İşte o şiirden;

''Sana hak verecek, ey koca Sultan; Bizdik utanmadan iftira atan, ... Sultan Abdülhamid Han'' Rıza Tevfik(2)

Haşiye*: Dikkat edilirse bıyığı bile Alman bıyık modeliydi. Ne kadar alman hayranı olduğu buradan anlaşılabilir.

Bu dosyaya devam edeceğiz.

Kaynakça

(1) www.board.gen.tr/tarihi-kisilikler/1740-sultan-abdulhamit-han-ii.html - 106k -

(2)www.ilahi-tr.org/menkibeler/7506-sultan-abdulhamit-han-israil.html - 56k -